Kore Savaşına Değişik Açıdan Bakış

Kore savaşı Amerika’nın Komünizme karşı verdiği ilk sıcak savaştı. Bu savaş ileri ki yıllarda daha da kızışacak olan Soğuk Savaşta Amerika’nın müttefiklerini de göstermesi açısından büyük öneme sahipti.

Komünist Kuzey Kore ordusunun Güney Kore yi işgaline karşın Amerika’nın yaptığı askeri yardım çağrısına 22 ülke olumlu cevap verdi ve bu ülkelerin 16sı muharip birliklerle katıldı. Türkiye bu çağrıya 5.000 kişilik bir tugay askerle cevap verdi. 19 Ekim 1950’de ilk Türk askerleri Kore’ye ayak basmaya başladı ve 1954 yazına kadar aralıklarla yeni takviye kuvvetleri gönderildi.

Tuğgeneral Tahsin Yazıcı komutasındaki tugay 3 piyade taburu, topçu bataryaları ve istihkam birimlerinden oluşuyordu. TAFC- Turkish Armed Forces Command adı altında Amerikan Ordusu emri altına girmişlerdi. Türk Tugayı’nın en büyük özelliği doğrudan doğruya bir Amerikan tümeni komutası altına girmeyi kabul eden tek Birleşmiş Milletler birliği olmasıydı. Tabii o günlerde bağımsız bir ülkenin ordusuna bağlı askerlerin yabancı bir ülkenin direkt komutası ve bayrağı altına girmesi pek de önemsenmiyordu herhalde.

17 Ekim günü 5.000 askerlik Türk Tugayı İskenderun Limanından başladığı uzun gemi yolculuğunu bitirerek Güney Kore de Pusan kentine çıktı. Bu bölgede Taeguda açılan B.M. karşılama merkezine doğru intikal ettiler. Askerlerimizin ezici çoğunluğu Doğu Anadolu’nun küçük köy ve kasabalarından geliyordu. Bu seyahat bu askerlerin köylerinden başka bir yere yaptıkları ilk seyahatti. Hayatlarında başka bir şehre bile gitmemiş bu insanlar köylerinden çok uzakta bambaşka ve acayip bir ülkede savaşmaya gönderilmişlerdi. Çoğunluğu hayatlarında ilk defa Müslüman olmayan insanlar görüyordu. Emri altına girdikleri Amerikan tümenindeki askerlerle onlar arasında dağlar kadar büyük kültürel ve dinsel farklılıklar vardı.

Tugay komutanı General Yazıcı aslında çoktan emekli olması gereken orduda kendisine karşı çok saygı duyulan yaşlı bir askerdi. Çanakkale savaşlarında 1916’da tümen komutanlığı yapmış ve bu göreve gelebilmek için gönüllü olarak rütbesini düşürtmüştü. Böyle bir operasyonun altından kalkabilecek niteliklere ve tecrübeye sahip belki de tek Türk generaliydi o günlerde.

General Yazıcı’nın bütün bu olağanüstü özelliklerine rağmen ufak bir sorunu vardı, tek kelime bile İngilizce konuşamıyordu. Bir Amerikan Tümenine bağlı olarak savaşacak bir generalin tek kelime bile İngilizce bilmemesi son derece vahim bir olaydı aslında.

Türk Ordusu ve Amerikan Ordusu arasındaki koordinasyon, levazım ve en temel iletişim gereksinimlerinde bile yaşanan uyumsuzluklar Amerikan Komutasını daha savaşın ilk günlerinde kara kara düşündürmeye başlamıştı. Cepheye gitmeden önce yapılan ortak tatbikatlarda bile bu farklılıklar yüzünden büyük sorunlar çıkmış ve gerçek bir muharebe ortamında nasıl felaketler doğabileceği o zamandan gözükmeye başlamıştı. En basitinden beslenme bile sorun olmaya başlamıştı.

Türk askerlerinin yemeklerinde domuz etinin ve bağlı ürünlerin kullanılamaması yüzünden Amerikan Tümeni Türkleri için özel yemekler çıkarmak zorunda kalıyordu. Ekmek ve Kahve tayınları bile sorun olmuştu. Türk askerlerinin alışık olduğu ekmek ve kahve tipi Amerikalılardan farklıydı. Bu bile Tümen levazımında çok büyük sorunlara sebep olmaktaydı.

Türk bölüklerinde çok az Amerikan irtibat subayı bulunmaktaydı ve bu sebeple Tümen karargahından gelen emirler Türk tugayına bağlı bölükler tarafından sık sık yanlış anlaşılıyor ve bu yanlışlıklar Amerikan Tümeninin genel taktiğini çok kötü etkiliyordu. Bu sorunlar önceden pek önemsenmemiş fakat gerçek muharebelerde düşman karşısında ölümcül oldukları sonradan anlaşılmıştır.

Türk askerleri Kore’ye gelmelerinden sonra bir anda son derece popüler olmuşlardı. Türk askerlerinin sert bakışları, uzun bıyıkları, ve bellerinde taşıdıkları geniş kamaları bir savaş muhabiri için hayallerinin gerçek olması demekti. Bu sebeple kısa bir süre sonra Dünya basını Türk askerlerini konu alan yüzlerce fotoğrafla doluvermişti.

Amerikan ve Müttefik askerleri arasında Türk askerlerinin korkusuzlukları ve muhaberede düşmana aman vermeyen yapıları sıkça konuşulan bir şeydi, özellikle askerlerin taşıdıkları uzunca bıçaklar bütün müttefik askerlerinin ilgisini çekiyordu, Türk askerlerininbu uzun bıçaklarla beraber göğüs göğse mücadelelerde son derece etkin olduğu söylentisi yüzünden pek çok Amerikalı asker Türklerden uzak durmayı tercih ediyordu.

Türk Tugayının düşmanla ilk kapışması ve sorunlar

Daha öncede belirttiğim gibi Türk Tugayına bağlı askerlerin büyük çoğunluğu Doğu Anadolu’dan gelme erlerdi ve çoğunluğu 3-4 senelik temel bir eğitimden başka okul yüzü görmemişti. Yüzlerce yıldır aynı şekilde yaşadıkları Anadolu köylerinden bir anda çıkarılıp üzerilerine basit bir üniforma geçirilmiş ve önce Türk ordusunda sonrada Amerikalı askeri danışmanlardan biraz askeri eğitim almışlardı.

Bugünkü standartlarımıza göre bu askerlerin eğitim düzeyi Kore Savaşı gibi geniş çaplı ve ortak bir mekanize operasyonu kaldıracak düzeyde olmak bir yana en basit askeri görevleri bile yapabilecek seviyede değildir.

İşte bu durum içinde çoğunluğu Amerikan askerlerinden oluşan ve 16 değişik ülkenin askerlerini de İçeren 8.Orduya Kore’deki birliklerin komutanı General Mac Arthur tarafından genel bir saldırıya geçmesi emriverildi. General Mac Arthur kendine ve kuvvetlerine aşırı güveniyor ve bu savaşı birkaç ayda bitiripyaklaşan yılbaşında zaferle eve dönmeyi planlıyordu.

Fakat cephedeki generaller aynı fikirde değildi, hazırlıklar bitmemişti ve farklı diller konuşan toplama bir ordunun yarattığı sorunlar hala çözülememişti. Akıllı ve sağduyulu cephe komutanlarının şikayetleri ve eleştirileri Mac Arthur’un kibirli ve sert emirleriyle susturuldu ve 8.Ordu ve içindeki Türk Tugayı Yalu Nehrine doğru intikale başladı.

Amerikan istihbaratı 8.Ordunun karşısında büyük çapta Çin kuvvetleri olduğunu söylemesine rağmen bu raporlar Mac Arthur tarafından dikkate alınmıyordu. 8.Ordu komutanı General Willoughby defalarca levazımın yetersiz olduğunu, yabancı askerler (özellikle Türk askerleri) ve Amerikalı askerler arasındaki koordinasyon ve iletişim sorunlarının giderilemediğini bu sebeple hücuma geçmeden önce biraz daha beklenmesini söylediyse de bu çatlak sesler kibirli Mac Arthur tarafından sertçe susturuldu ve General Willoughby görevden alınmakla tehdit edildi. Böylece şehit olacak Türk askerlerinin kaderi de belirlenmiş oldu. Büyük bir felakete doğru koşar adım gidiliyordu.

Her türlü aksiliğe ek olarak zaten kış iklimi çok sert olan Kore son kırk yılın en soğuk kışını geçirmekteydi. Soğuktan uyuşmuş ve titreyen zavallı askerler benzin tenekesinde yaktıkları ateşlerle ısınmaya çalışıyorlardı. İlk donma vakaları sıhhiye çadırlarına gelmeye başlamıştı. Askerlerin daha sonradan “soğuk cehennem” olarak adlandıracakları dönem başlamıştı. Her türlü ekipmanda soğuktan etkileniyordu.

Motorlu araçların benzin borularını donmaktan korumak için benzinin içine alkol karıştırılıyordu aynı zamanda yaralılara verilecek kan plazmaları da donmuştu bunlar en az bir buçuk saat ısıtılmadan kullanılamıyordu ve bu sebeple pek çok asker kan kaybından ölecekti. Suyla karıştırılarak kullanılan ilaçlar donuyor hatta askerlerin ayaklarındaki ter bile kısa zamanda postallarının içinde donarak feci ayak donuklarına sebep oluyorlardı.

Türk Tugayı arktik savaş denilen çok soğuk iklimlerde savaşacak teçhizata ve eğitime sahip değildi. Amerikan Ordusunun genel hücum yürüyüşle birlikte hedef bölgesine doğru intikal eden tugayımız bu zorlu ve yavaş ilerleyiş sırasında düşmandan çok soğukla uğraşıyordu. Pek çok yerde buz tutmuş nehirlerden yayan olarak geçmek zorunda kalan askerlerimiz bellerine kadar gelen buzlu sulardan geçerken pek çok asker dondu ve ağır zatürree vakaları sayesinde savaş dışı kaldılar.

Daha tek bir düşman askeriyle karşılaşmamışlardı geçtikleri her yer son derece garip bir şekilde ıssızdı. Karargaha gelen Amerikan İstihbarat raporları onları 40 ila 100 bin arası Çin ve Kuzey Kore askerinin beklediğini belirtiyordu. Bu rakamın bile aslında son derece düşük bir tahmin olduğunu ilerleyen günler gösterecekti.

Çatışmalar başlıyor

Türk Tugayı’nın bağlı olduğu 9.Kolordu General Walker yönetiminde ilerlemesini sürdürüyordu. Bilmedikleri bu ilerlemelerinin aslında ağzını açmış bir düşman tuzağının içine doğru olduğuydu. Tam karşılarında Çin 4.Ordusundan 18 tümen ve 180 bin asker vardı. Doğu tarafında Çin 9.ordusunun 12 tümeni ve 120 bin askeri bulunuyordu. Çin kuvvetlerinin toplam gücü 300 bin asker dolayındaydı.

Çinlilere ek olarak Kuzey Kore Ordusunun 12 tümen ve 65 bin askeride son derece iyi mevzilenmiş bir şekilde onları izlemekteydi. Bütün bu düzenli düşman kuvvetlerinin yanı sıra 40 bin Kuzey Koreli Komünist gerillada cephe gerilerine doğru sessizce sızmıştı . Amerikan Yüksek komutası kibri ve vurdumduymazlığı yüzünden kendi askerlerini ve Türk Tugayını müthiş bir pusunun içine atmıştı. Çin birliklerinin bu kadar sayıda askerini Amerikan istihbaratına sezdirmeden bölgeye yığabilmesi ve bu kadar etkin bir tuzağı hazırlayabilmesinin sebebi Çin ordusunun ilkelliğinde gizliydi.

Çin birlikleri ulaşım ve ikmal için motorlu araçlar yerine hayvan gücü kullanıyordu bu sebeple hem dikkat çekmiyorlar hem de asfalt yollara ihtiyaç duymuyorlardı. Son derece ilkel yollardan bile rahatlıkla yol alabiliyorlardı. Bunun tam tersine Amerikan kuvvetleri ulaşım ve ikmal için kamyonlardan yararlanıyor ve bu sebeple hem yavaş hem de dikkat çekici bir şekilde ilerleyebiliyorlardı. İntikal zamanının büyük çoğunluğu yolları düzenlemekle geçmekteydi. Özelikle tank birlikleri için sarp Kore arazisi son derece zorlu bir ortam oluşturmaktaydı.

Amerikan Komutası tamamıyla İkinci Dünya savaşında geliştirdiği taktikleri kullanırken Çin Ordusu kendine özgü taktikler geliştirmişti. Çin askerleri kurutulmuş pirinç ve soya sosundan oluşan basit tayınlarından kendilerine 6 gün yetecek kadar miktarını üzerlerinde taşıyorlar ve böylece arkadan onlara yetişecek ikmal kollarına gereksinim duymadan son derece hızlı ve duraksız hareket edebiliyorlardı. Çin birlikleri genelde geceleri hareket ediyor ve bir gecede son derece fazla mesafeleri durmaksızın geçebiliyorlardı.

Gün ışıyınca bütün Çin askerleri kazdıkları tek kişilik siperlerde hareketsiz kalıyor ve keşif timleri dışında hepsi hareketiz ve kamufle olmuş bir halde geceyi bekliyorlardı. Sadece Gün ışığında uçabilen Amerikan keşif uçakları bu sebeple Çin ordusunun yığınağını fark edememişti. Son derece kesin emirlerle Çin askerlerinin gün ışığında ortaya çıkması yasaklanmıştı, öyle ki Çinli subayların bu emre karşı gelen askerleri hemen oracıkta vurmaya hakları vardı.

Çinli’lerin kullandığı bu taktiği 150 sene önce Napolyon kullanmıştı. Tabii Amerikalıların modern taktisyenleri bu tip “eski” numaraları çoktan unutmuşlardı. Ulaştırma kamyonlarına sahip olmadığı için yaya intikal eden ve bu sebeple son derece yavaş hareket edebilen Türk Tugayı Amerikan Taarruzuna ayak uyduramadığı için 20 Kasımda Kunuri’de bulunan Amerikan Dokuzuncu Kolordusunun İhtiyat Kuvveti olarak görevlendirilmişti.

Dokuzuncu Kolordunun Kuzeye doğru yaptığı ileri harekatın bir parçası olarak Türk Tugayı 21 Kasımda kuzeye doğru ilerlemeye başladı. 22 Kasım 1950 de Türk birlikleri görevlendirildikleri bölgeye varmışlar ve bölgedeki Kuzey Kore devriyelerini etkisiz hale getirmişlerdi. Kunu-ri bölgesi genelde çamurlu ve küçük birkaç köyden başka yerleşim birimi olmayan son derece önemsiz bir bölgeydi. ya da o zaman öyle gözüküyordu.

Amerikan birlikleriyle beraber ilerleyen Türklere Dokuzuncu ordunun yan cephesini koruyan Amerikan 2.Tümeninin sağ ve gerisini tutma görevi verilmişti. Emri alan Türk tugayının karargahı Amerikalılardan karşılarındaki olası düşman kuvvetleri hakkında istihbarat talep etti fakat cevap böyle bir istihbaratın olmadığı yönündeydi. Kısacası Türk Tugayı bilmediği bir arazide körlemesine hareket edecekti. 26 Kasımda pusuda bekleyen Çin birlikleri hücuma geçti.

Amerikan ordusu önünde ilerleyen Güney Kore birlikleri neye uğradıklarını anlamadan bir anda bozguna uğradılar ve savunma hatları kısa sürede darmadağın oldu. Genel Çin Taarruzu Amerikalı generalleri şoke etmişti. Panik içinde etrafa emirler yağdırmaya başladılar ve bu sırada Türk Tugayına sağ kanadı korumaları emri verildi.

Amerikan Kamyonları Türk tugayına bağlı taburları acilen görev bölgelerine taşımaya başladı. Kamyon sayısı yetersiz olduğu için Türk askerlerinin bir kısmı da yaya olarak (tam olarak koşturularak) yola çıkarıldı.

Son derece büyük bir karmaşa hüküm sürmekteydi. Emirler veriliyor, geri alınıyor sonra değiştirilip yeniden veriliyordu. Kimsenin tam olarak neyin nerede ve ne zaman yapılacağı hakkında bir bilgisi yoktu. Türk tugayına özellikle Unsong-Ni bölgesindeki anayolu tutması görevi verilmişti. Fakat bölge uzaktı ve havada giderek kararmaya başlamıştı. Türk askerleri bölgeye ulaşıp tam olarak mevzilenmeden bir baskına uğramaları tehlikesi çok büyüktü.

Daha da kötüsü ilerleyen Çin Ordusundan kaçan siviller bölgeyi karmakarışık etmişti. Kaçmaya çalışan binlerce kişinin arasına sızacak Kuzey Kore Gerillaları Türk Tugayına büyük kayıp verdirebilirdi.

Bu bölgeyi korumayla esas olarak görevli Amerikan İkinci Tümeni geri çekilirken bu görevi onlardan sayıca az Türk askerlerinin yapması bekleniyordu. Türk komutanların en büyük eksikliği de bölge hakkında birkaç harita dışında hiçbir bilgi sahibi olmamalarıydı. Bütün bunların üstüne arazinin dağlık yapısı topların kullanılmasını da zorlaştırdığı için Türk Tugayına verilen görev bir çeşit intihar görevi olmaya başlamıştı.

Bütün bu zorluklara rağmen General Yazıcı kuvvetlerini bölgeye ulaştırmayı başardı ve varır varmaz ağır düşman ateşiyle karşılaştılar. Düşman ateşi yüksek tepelere mevzilenmiş Çin kuvvetlerinden geliyordu. General Yazıcı Tugayı hemen hücuma geçirdi.

Tank desteği olmayan bir kuvvetin yüksekçe bir yerde iyice mevzilenmiş bir düşmana karşı hücuma geçmesi büyük delilikti aslında ama Amerikan Karargahı Türklere başka şans tanımamıştı. Büyük kayıplar verilerek düşman mevzilendiği tepelerden atıldı.

Türk Tugayının Amerikan kuvvetleriyle bağlantısı kesilmişti. O sırada Amerikan keşif uçakları Yüzlerce Çin askerinin yavaş yavaş Türk Tugayına yaklaştığını genel karargaha rapor etti, ama bu bilgiler Türk karargahına ulaştırılamadı. Etraflarında neyin olduğunu bilmeyen General Yazıcı iki müfreze askeri keşif için çıkarmıştı bu askerler bir anda kendilerini izleyen Çinlilerin arasında kaldılar. Çin askerleri Karil Lyong geçidinde Türk müfrezelerini sıkıştırdılar ve hepsini imha ettiler.

Amerikan ordusunun Türk Tugayına istihbarat sağlayamaması Türk kanının akmasına sebep oluyordu. Çinliler Tugayımızın tuttuğu yolu ele geçirmek için taarruz üstüne taarruz düzenliyorlardı ve ağır kayıplar veriyorlardı. Türk Tugayı da iyice yıpranmıştı bu süreçte. Her taraf ölü ve yaralılarla doluydu.

Türk Tugayını bu beklenmeyen direnişi Çin genel hücumunun hızını kesmişti ve Amerikalılar toparlanmaya başlamışlardı. Son ana kadar direnen General Yazıcı en sonunda Çinliler tarafından tamamen kuşatıldığını anladı ve geri çekilme emri verdi. Bu geri çekilme çok kolay olmayacaktı.

Türk askerleri sıfırın altında cehennemi bir soğukta açıkta kalmış ve Amerikan karargahıyla bağlantıları kopmuş bir haldeydi. Çin ordusu düşman askerlerinin maneviyatını bozmak için değişik taktikler geliştirmişti buna göre gece boyunca Çinli askerler davullar, ziller, borazanlar kullanarak acayip sesler çıkarmışlar ve bağırma, gülme ve fısıltı gibi sesleri de kullanarak zifiri karanlık ve kesici soğuk içinde bulundukları mevzilerde sıkışan Türk askerlerinin psikolojisini bozmaya çalışmışlardı.

Bu sırada son derece şanssız bir olayda meydana geldi. Çin taarruzu sırasında Çinlilerin önünden Kaçan müttefik Güney Kore askerleri kaçarken yönlerini şaşırıp yanlışlıkla bizim Tugayımızın tuttuğu mevzilerin üstüne düştüler ve onları Çinli sanan askerlerimiz durum anlaşılana kadar yüzlerce Güney Kore askerini öldürdü.

Bu olay aslında sık sık Amerikan askerlerinin de başına geliyordu çünkü Batılı bir göz Koreli ve Çinlileri biri birinden ayırt edemiyor ve karanlıkta üniformalarda seçilemiyordu. Bu olayların üstü savaş sonrasında sessizce kapatıldı. Çin Ordusunun genel saldırısı bu arada gelişmiş ve Amerikan ve müttefik kuvvetler yavaş yavaş bozulmaya başlamışlardı. Çin birlikleri devamlı şekilde taktik değiştiriyor ve her yönden saldırıyorlardı.

Bu arada Türk Tugayıyla iletişim yeniden kuruldu fakat verilen yeni emirlerin çoğu anlaşılamadı. Emirlerde Türk Tugayının güvenli bir geri çekilme yolu sağlaması isteniyordu fakat iletişim sorunları yüzünden emir 2 saat gecikmişti. Türk Tugayı bu sebeple karmakarışık bir şekilde çekilmeye başladı. Emir geç ulaştığı için çekilmek için çok geç kalmışlardı ve Çin kuvvetleri arkalarını kesmişti. Dağınık halde çekilmeye çalışan Türk Tugayı bir anda ağır ateş altında kaldı.

Çinliler her yönden saldırıyordu.Saldırının esas yükünü Tugaya bağlı 3.tabur çekti. Sayıca üstün Çin kuvvetleri tugayın gerisini koruyan taburu yavaş yavaş çevirdi ve imha etti. Tabur komutanı Binbaşı Bilgin ve yüzlerce asker şehit oldu.

Çinliler yeni takviyeler almışlar ve bu sefer bütün Tugayı kuşatmaya başlamışlardı. General Yazıcı durumun vahametini anlamıştı. Buna rağmen geri çekilmeye devam etti bu sırada Çinliler Türk hatlarını yarmaya çalışıyorlar ve büyük kayıplar veriyorlardı. Çinliler verdikleri kayıplara bakmadan saatlerce saldırdılar.

Türk Tugayı bu geri çekilme sırasında o kadar kayıp verdi ki 30 Kasım günü artık savaş değerini kaybetmiş ve iyice güçten düşmüştü. Bu sırada Amerikalılar yardım için sadece birkaç tank ve birkaç kamyon gönderdiler çünkü o sırada kendi askerlerini kurtarmaya çalışıyorlardı ve Türklerin canı kimsenin umurunda değildi.

Bu çatışmalar sırasında Çinliler pek çok defa tugayımızı çevirmeyi başardılarsa da imha edemediler. Türk askerleri her defasında çemberi yarıp çıktı. Geri çekilme sürecinde Türk tugayının bütün ağırlıkları geride kalmıştı. Geri çekilen Tugayın arkasındaki 400 asker Çinlilerle göğüs göğüse çatışa çatışa bir dağın eteğine sıkışmış ve Tugay çemberi yarana kadar direnip sonrada teslim olmuştur.

Türk tugayının bütün zorluklara rağmen inatla direnmesi ve Çin Taarruzunu kendi kanları pahasına yavaşlatması Amerikan Kuvvetlerinin güvenle çekilebilmesini sağladı. Kısacası Amerikan Komutası kendi kuvvetlerini imhadan kurtarmak için Türk askerlerini ateşin önüne sürdü. Bu çatışmalarda Türk tugayı resmi rakamlara göre 741 ölü, 2068 yaralı,163 kayıp ve 244 esir vermiştir.

Savaş sonrasında yaşanılan felaketin büyüklüğünün gizlenmesi için bu rakamların çarpıtıldığı gerçek kayıpların ve verilen esirlerin sayısının çok daha fazla olduğu ortaya çıktı. Türk askerleri ile beraber savaşan Amerikalılar Türk askerinin performansından son derece etkilenmişler ve bu Türkiye’nin NATO’ya alınmasında büyük faktör olmuştur.

Savaş hakkında ilginç bir anektodla yazımı noktalamak isterim. Çatışmalar sırasında Türk karargahından Amerikan merkez karargahına verilen durum raporlarında Türk askerlerinin düşmana verdirdikleri kayıp rakamları ortalamalardan çok yüksek çıkınca Amerikalı generaller Türk komutasını yalan söylemekle suçlamışlardı.

Bunun üzerine Türk askerleri öldürdükleri düşman askerlerinin getirebilirlerse vücutlarını eğer getiremeyecek durumdalarsa kulaklarını keserek karargahlarının bahçesine üst üste yığmaya başlamış ve Türk komutası da Amerikan Merkez komutanlığına raporlarla beraber bunları yollamaya başlayınca Amerikalı generaller Türklerin dürüstlüğüne inandıklarını fakat bu uygulamaya son vermeleri gerektiğini acilen belirtmişlerdi.

Kore savaşındaki Türk Tugayının geçirdiği tecrübeden 3 ana ders çıkmaktadır.

  1. Amerikan Komutası altında savaşa girmek felaket getirir.
  2. İstihbaratı Amerikalılardan sağlamak felaket getirir.
  3. Levazım ihtiyaçlarını Amerikalılardan karşılamak felaket getirir.

Irak’ta Amerikalıların komutası altına girecek askerlerimizin Kore’deki babalarından çok daha şanslı olmasını diliyorum.

Bu yazı Savaşlar, Tarih, Türkiye içinde yayınlandı. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Yorum bırakın